Sessiz Kirleticiler: Kalıcı Organikler

Sessiz Kirleticiler: Kalıcı Organikler Günümüzde kimyasalların kullanılmadığı bir hayat düşünmek neredeyse imkânsız hale gelmiştir.
Sessiz Kirleticiler: Kalıcı Organikler
Yayın: 12 Şubat 2022 Bugün, GÜNDEM Google News

Sessiz Kirleticiler: Kalıcı Organikler

Günümüzde kimyasalların kullanılmadığı bir hayat düşünmek neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Kimyasalların kullanım alanları genel olarak, temizlik ürünleri, boya, kozmetik ürünleri, ilaçlar gibi tüketim malları ve bunların yanı sıra, tarım sektörü için gübreler ve tarım ilaçları, kimya sanayinin de dâhil olduğu imalat sanayinin ihtiyaç duyduğu organik ve inorganik kimyasallar, boyalar, laboratuvar kimyasalları, termo-plastikler şeklinde sıralanabilmektedir. Bunları bir araya getirmek istersek kimyasalların yaklaşık % 30’u doğrudan tüketim malları ve % 70’i sanayi için ara mal ya da hammadde olmak üzere iki amaç için kullanılmaktadır.

Kimyasalların dünyada ve ülkemizde böylesine büyük bir yere sahip olması; doğal olarak insan sağlığı ve çevreye olan etkilerinin hem küresel hem de ulusal ölçekte ele alınması ve kontrol altında tutulması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Aksi takdirde kontrol altına alınmayan kimyasal kullanımı ölümlere ve hastalıklara (kanser, siroz, vs.) yakalanmamıza sebep olabilir; kısa süreli hastalık ya da alerjilere (bulantı, kusma, baş ağrısı, kaşıntı, vb.) yol açabilir; ya da daha kötüsü bu kimyasallardan kaynaklanan kazalarciddi felaketlere yol açabilir (Seveso Olayı, 1976). Kimyasalların kontrolsüz kullanımı hastalıklara yol açtığı gibi bilinçli ve kontrollü kullanımı ise insanlığı birçok hastalıktan kurtarmıştır.

Bu durum çevre açısından da benzerlik göstermektedir. Kimyasallar, hava, su ve toprak gibi çevresel alıcı ortamlara karışabilir ve bu ortamların kısa süreli ya da kalıcı olarak zarar görmesine ya da bu ortamların zararlılardan temizlenerek yarar görmesine neden olabilir. Her iki durumda da yarar ve zarar miktarını belirleyen etken kullanılan kimyasalın özelliği ve miktarıdır.

Küresel Bir Sorun

Son yarım yüzyılda kimyasalların kontrol altında tutulması için Etkin Kimyasallar Yönetimi yaklaşımı geliştirilmiştir. Hem küresel ölçekte hem de ülkemizce benimsenen bu yaklaşım ile kimyasalların yönetiminde bütünleşik bir sistem ortaya konmuş, bir kimyasalın ortaya çıkmasından atık konumuna gelinceye kadar ki süreçlerinin etkin bir şekilde kontrol altında tutulması esas alınmıştır.

Bu yaklaşımın ana bileşenleri, kimyasalların kaydının tutulması, bu kayıtların değerlendirilmesi, yapılan değerlendirme neticesinde, kimyasalların sınıflandırılması ve etiketlenmesi, sınıflandırılan tehlike özelliğine ve seviyesine bağlı olarak kimyasalların yasaklanması, kısıtlanması ya da izne tabi tutulması, kimyasalların taşınmasında özel şartların belirlenmesi, kimyasallardan kaynaklanan kazalara müdahale edilmesi ya da bu kazaların en aza indirilmesi için gerekli önlemlerin alınması, profesyonel kullanım yöntemleri belirlenmesi ve kimyasalların etkin yönetiminde uluslararası işbirliğidir.

Kalıcı Organik Kirleticiler (KOKlar)

Kimyasal maddeler içerisinde önemli bir yere sahip olan Kalıcı Organik Kirleticiler (KOK’lar), fotolitik, kimyasal ve biyolojik bozulmaya karşı direnç göstermeleri nedeniyle doğaya salındığında olağandışı uzunlukta ve uzun zaman süreleri boyunca ayrışmadan kalan belirli bir takım fiziksel ve kimyasal özelliklere sahip, antropojenik kökenli organik bileşiklerdir. KOK’lar geleneksel olarak üretilmiş pestisitler, sanayi kimyasalları ve endüstriyel aktiviteler sonucu istenmeden (kasıtsız) ortaya çıkan tehlikeli kimyasallardır. Bu bileşiklere, transformatör yağı olarak da bilinen PCB’ler gibi endüstriyel kimyasallar, böcek öldürücü olarak bilinen DDT gibi pestisitler ile dioksinler ve furanlar gibi yan ürünler de dâhildir.

Karbon bazlı bileşikler olan KOK’larda, karbon zinciri genellikle hidrojen ve oksijen atomları ile klor veya brom gibi halojenlerle sarılıdır. Kimya sanayinin sayısız yapısal olasılıkları bulunan klora bağımlı olması nedeni ile bilenen çoğu KOK, organoklor kimyasal grubuna (örneğin, DDT, aldrin, endrin, klordan) aittir.

KOK’lar doğal ortamda uzunca bir süre kırılmayan ve çözünmeyen bir yapıya sahiptir. Bu nedenle bu kimyasallar onlarca yıl boyunca çevrede kalıcı olarak birikirler. Biyolojik olarak da kalıcı olan bu bileşikler, yağda çözünen bir yapıya sahip olduklarından canlıların yağ dokularında da uzun süre kalabilir ve besin zincirine kolaylıkla girebilirler. Özellikle besin zincirinin en üstünde bulunan kartallar ve insanlarda yüksek konsantrasyonlarda birikebilirler.

Biyolojik olarak birikim özelliğine sahip olmaları nedeni ile, KOK’lar kronik olarak toksiktir (zehirlidir) ve insanlar ile doğal hayat üzerinde ciddi ve uzun süreli sağlık problemlerine sebep olurlar. KOK’ların yarattığı hasarların kanıtları hayvanlarda daha sık görülmesine rağmen insanlarda özellikle karaciğer hasarı, bağışıklık ve üreme sistemi rahatsızlıklarında rol oynamakta ve hormon bozucu etkileri nedeniyle özellikle çocuk gelişimini olumsuz etkileyerek ölümlere neden olmaktadır.

KOK’lar dünyanın konvansiyonel hava akımları, buhar döngüsü ve birikim yolları ile uzun mesafeler katedebilirler. Tropik sıcaklıklarda buharlaşan KOK’lar yarı uçucu özellikleri nedeniyle yüksek irtifaya ulaşabilir ve daha düşük sıcaklıklarda özellikle kutuplarda yoğunlaşarak hiçbir şekilde üretilmediği ya da kullanılmadığı halde bu bölgelerde birikme özelliği gösterebilirler. Örneğin, kutuplarda hiç üretilmeyen ya da kullanılmayan bazı kirleticilere özellikle yaban hayvanlarının yağ dokularında rastlanabilmektedir.

Dolayısıyla, insanlar, yaban hayvanları ve diğer organizmalar KOK’lara pek çok durumda nesiller boyu sürebilen uzun zaman süreleri boyunca maruz kalmakta ve sonuçta hem akut, hem de kronik olarak toksik etkiler meydana gelmektedir.

Ayrıca, KOK’lar besin zinciri aracılığıyla insanlara da geçmekte olup, anneden çocuğa aktarılmakta ve bağışıklık ile sinir ve üreme sistemi üzerinde önemli etkilerde bulunup kansere yol açtıklarından şüphelenilmektedir.

Bu kimyasallarla mücadele sadece ülkemizde değil dünyada büyük bir titizlikle sürdürülmekte olup bu kimyasalların insan sağlığı ve çevreye olan olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla Stockholm Sözleşmesi, ülkemizin de dahil olduğu 179 ülke tarafından onaylanmıştır.

Kullanım ve Etkilerine Dikkat

Kalıcı organik kirletici kimyasallara maruz kalmanın en önemli kaynağı gıdalardır. İnsanlar, özellikle yağ içeriği yüksek olan et, balık, kümes hayvanları, süt ve süt ürünlerinin tüketimi ile günlük tüketilen sebze ve meyvelerde olabilecek pestisitlerin kalıntıları şeklinde bu kimyasalları vücutlarına alırlar.

Bunların yanı sıra endüstriyel üretimler, uygun kontrol sistemi bulunmayan atık yakma gibi faaliyetlerin yapıldığı alanlara yakın yerlerde yaşayan insanlar içtikleri sular ve soludukları hava ile bu kimyasallara maruz kalmaktadırlar. Bebekler ve çocuklar bu kimyasallara karşı çok daha hassastırlar ve anne sütü ile daha hayatlarının ilk günlerinde bu kimyasal maddelere maruz kalarak ileride ciddi sağlık sorunları yaşayabilirler.

Ayrıca, tarım sektöründe çalışanlar ve çiftçiler de özellikle pestisit grubu bitki koruma ürünlerinin uygulanması esnasında bu kimyasallara maruz kalabilmektedirler.

Anne Sütü

Anne sütünün yeni doğan bir bebek için ne kadar önemli olduğu gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Anne sütünün içeriğinde ise annenin vücudundan doğrudan süte aktarılan yağ doku da önemli bir miktar teşkil etmekte olup konu ile ilgili olarak yapılan çalışmalarda, KOK’ların anne sütünden bebeğe ya da plasenta yolu ile doğrudan fetusa geçerek vücutta birikmeye ve böylece zararlarını göstermeye çok küçük yaşlarda hatta anne karnında başladığı bildirilmektedir. Annenin yağ dokusunda biriken KOK’lar annenin vücut ağırlığına bağlı tolerans değerinin yüksek olması nedeniyle anne için hayatı bir tehlike arz etmese bile anneden yaklaşık 25 kat daha az vücut ağırlığına sahip bir bebek için durum daha ciddi seviyelere ulaşabilmektedir.

Metabolizmada, nörobilişsel , toksik ve anti-östrojenik etkiler gösteren ve endokrin sistemi, bağışıklık sistemi ile üreme sisteminde ciddi sağlık sorunlarına neden olan KOK’lardan birisi olan Poliklorlu bifeniller ile ilgili olarak, anne ve anne sütünde yapılan çalışmalarda, kirli düzine içerisinde yer alan bu kontaminantın, annenin yağ dokusundaki, serum lipitlerindeki ve süt yağındaki düzeyinin ayni olduğu belirlenmiş, anne sütü ile vücuttaki Poliklorlu bifenillerin yüzde 25’inin bebeğe geçtiği tespit edilmiştir. Aynı durum diğer KOKlar için de geçerlidir.

Bu sebeple bebek sahibi olmayı düşünen ya da sahibi olan annelerin bu kimyasalların etkilerinden kaçınmaları kendileri için olduğu kadar bebekleri için de çok önemli bir zarurettir.

Tarım İlaçları

Pestisitlerin başlangıçta hayat kurtaran ürünler olarak görülüyor olmasına karşın, daha sonra yapılan çalışmalar bunun tersine bir duruma işaret etmiştir. Özellikle Organoklorlu pestisitlerin çevrede kalıcı özellik gösteren bir kimyasal yapısı bulunmaktadır. Bu pestisitler, organizmalarda veya atmosferde birikim yapmaktadır. Bu maddeler ayrıca üremeyle ilgili sorunlara, sakat doğumlara, bağışıklık ve endokrin sistemlerinde yıkıma yol açmakta olup, kansere neden olmaktadır.

Bu sebeple, özellikle tarımın yaygın olarak yapıldığı bölgelerde, pestisit kullanımında etkileri en aza indirecek tedbirlerin alınması, gereğinden fazla pestisit tüketilmemesi ve ihtiyaca uygun ürünlerin bilinçli bir şekilde kullanılması bu kimyasalların hem üreticilere hem de tüketicilere etkilerini azaltmak açısından büyük önem arz etmektedir.

Sanayiciler ne yapmalı

KOK’larla ilgili tüketicilerden daha çok üreticilerin sorumluluğu bulunmaktadır. Kalıcı organik kirleticiler sanayide kasıtlı üretildiği gibi belirli bir ürünün üretilmesi esnasında istenmeden yan ürün olarak da ortaya çıkabilmektedir. Bu bağlamda, kalıcı organik kirleticilerin insan sağlığı ve çevreye olan etkilerini ortadan kaldırmak ya da en aza indirmek için özellikle sözleşme eklerinde yer alan sanayi kollarındaki sanayiciler, küresel anlamda kabul görmüş, Mevcut En İyi Teknikler (BAT) ve En İyi Çevresel Uygulamalar (BEP) rehber dokümanlarına göre üretim süreçlerini yeniden değerlendirmeli ve KOK salınımlarını azaltıcı tedbirler almalıdırlar.

Sonuç

Kimyasalların hayatımızda bu kadar rolü varken bu kimyasallardan uzak durmaya çalışmak yeterince etkin bir uygulama değildir. Bunun yerine kimyasalları belirli bir süreç içerisinde değerlendirip, etkilerini ortadan kaldırmak ya da insan sağlığı ve çevreye olan bu etkileri azaltmak daha uygulanabilir bir yöntemdir. Kimyasallar içerisinde küresel anlamda önemli bir yere sahip olan kalıcı organik kirleticiler ise gündelik hayatımızda farkında olmadan karşılaştığımız ve sessizce vücudumuzda yerini alan son derece tehlikeli maddelerdir. Bu bakımdan bu sessiz kirleticiler hayatımızdan çıkarılması için gerekli tedbirleri geç olmadan almak gerekmektedir.

Kaynaklar:

1. www.pops.int, Erişim: 19.01.2016

2. http://www.csb.gov.tr/projeler/kimyasallar/ , Erişim: 19.01.2016

3. Kalıcı Organik Kirleticilere İlişkin Stockholm Sözleşmesi Ulusal Uygulama Planı, 2012

4. Kalıcı Organik Kirleticiler ve Sağlık, Çevre için Hekimler Derneği, 2014.

5. Kalıcı Organik Kirleticilere İlişkin Stockholm Sözleşmesi ve Ekleri

Spot: Kimyasallar içerisinde, Kalıcı Organik Kirleticiler, hem tehlike özellikleri hem de sadece ulusal değil küresel anlamda sorumluluk taşımaları sebebiyle ayrı bir yere sahip olup sessiz ve derinden etki eden bu kimyasalların yönetimini titizlikle yapmak büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda Bakanlığımız tarafından ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde son derece ciddi çalışmalar yürütülmekte ve bu kimyasalların ülkemizdeki kontrolünün en etkin bir şekilde yapılabilmesi için gerekli tedbirlerin alınması sağlanmaktadır.

 

Yazan: Mahmut Osmanbaşoğlu – Çevre ve Şehircilik Uzmanı

kaynak:https://csb.gov.tr/sessiz-kirleticiler-kalici-organikler-makale

Son Güncelleme: 12 Şubat 2022